Haftanın Kitapları: 31.05.2012

Açık Dergi
-
Aa
+
a
a
a

Alexandre Jardin

Küçük Vahşi

çev. Nil Çayan

çizimler: François Place

YKY, 2012, 199 s.

Alexandre Eiffel, otuz sekiz yaşında, Finlandiyalı güzel karısıyla Paris’te yaşayan, işinde başarılı bir Fransızdır... Bir başka deyişle, klasik toplumsal yapıda kendisine çizilen yolu sadakatle takip etmiş ve sonunda ‘iyi’ duruma erişmiştir. Ama günün birinde, aniden, yetişkin biri olduğunu, bir zamanların küçük Alexandre’ından artık eser kalmadığını anlayarak dehşete düşer. Dahası, yetişkinlerin monoton, ölgün, yalancı dünyasında yaşadığı kafasına dank eder. Küçükken kendisine ‘küçük vahşi’ dediklerini hatırlayıp –bir papağanın yardımıyla– hayatın ve neşenin damarlarında aktığı, her zaman sürprizler peşinde koşan, delişmen, dikkatsiz, hayalperest çocuğun, yani Küçük Vahşi’nin sürdüğü hayata dönmeye karar verir. İşte roman, tam da çocukluğun elden gittiğine dair yaşanan bu ‘aydınlanma’ anıyla başlayıp kahramanın çıktığı yolculuğa davet ediyor; ne de olsa o sabah, ilk beyaz saç teli fark edilmiştir: “Bir gün dehşet içinde artık yetişkin bir insan, otuz sekiz yaşında bir budala olduğumun farkına vardım. Çocukluğum içimde yaşamıyordu artık. Uzun zamandır hiçbir şey bende isyan duygusu uyandırmıyordu. Eskiden damarlarımda dolaşmakta olan hayat ve neşe uçup gitmişti. Artık sürprizsiz bir adam olarak, yerleşik bir konumdan zevk almadan faydalanıyor, neredeyse hiç çiftleşmiyor ve yüzümde sönük bir ifade taşıyordum. Delişmen, dikkatsiz ve hayalci, herkesin ‘Küçük Vahşi’ diye çağırdığı küçük çocuğa hiç de layık olmayan evcilleştirilmiş koca görüntüsü altında yan gelip yatıyordum. (...) Nerede benim dayanılmaz sabırsızlıklarım, yırtıcılığım ve akıl almaz umutsuzluklarım? Acı içinde ‘sınırsızca hissetmek artık benim için zor’ diye kabullendim. Eskiden bir kalptim artık sadece duygusuz bir kafayım. Canlı bir duygu yerine olayları ılımlı algılıyorum. Takım elbiseli zavallılarla ilişkide ola ola heyecanlarımı kontrol etmeyi öğrendim; iş dünyasındaki insanlar duygusal patlamalardan hiç hoşlanmıyorlar. Alexandre Eiffel yetişkinlerin gerçek şiddetine dayanabilmek için kendini duşarsızlaştırdı. Kilo fazlasına doğru şimdiden meyilli vücudundan tüm yaşam enerjisi çekildi. İhtiyaçları artık istekler değil, yıllar boyunca birikmiş bir alışkanlıklar toplamı. Yaşamadan nefes alıyor.”

Kitabın yapısına ilişkin de bir not iletmeliyiz. Metnin içine giren çizimler, farklı fontlar, kimi cümle ve paragrafların birer figür oluşturacak şekilde dizilmeleri ‘yetişkin’ kitaplarında görmeye alışık olmadığımız unsurlar; dolayısıyla böylesi bir fiziksel yapının seçilmiş olmasını, yetişkinlikten çocukluğa geri dönüşün bir ifadesi olarak da okuyabiliriz.

Aslında Alexandre Jardin’in dünyaya farklı yaklaşımının, eğlenceli üslubunun çok da yabancısı değiliz. Özellikle, Türkçede de 1996 yılında yayımlanan, Fanfan romanı akıllara gelecek olursa. Yazarın diğer iki romanı, Zebrail ve Jardin’lerin Romanı’nı da Türkçede okumuştuk. Can Yayınları tarafından yayımlanan bu üç romana ek olarak YKY de külliyata Küçük Vahşi ile katkıda bulunmuş oldu; umarız Jardin’in diğer kitapları da kısa zaman içerisinde Türkçeye çevrilir... 

Umberto Eco

Günlük Yaşamdan Sanata

çev. Kemal Atakay

Can Yayınları, 2012, 253 s.

Belki Gülün Adı, Foucault Sarkacı ya da daha yakın tarihli Baudolino gibi romanlarıyla daha ön planda gibi değerlendirilebilir Umberto Eco, ama sanki onu bir deneme yazarı olarak anmak daha uygun görünüyor; özellikle tüm kitapları hesaba katıldığında, ağırlığın bu alanda olduğu düşünülürse...

Günlük Yaşamdan Sanata, aslında bir derleme. Eco’nun bu kitapta bir araya getirilen denemeleri, daha önce 1973, 1977 ve 1983’te yayımlanan üç farklı kitabından –elbette belli bir çerçeve gözetilerek– seçilmiş. Eco bu denemelerinde de, diğerlerinde olduğu gibi, geçmişle şimdiki zaman, uzak ülkelerle yaşadığı ortam arasında bağlar kuran, okurun günlük yaşamdan sanatın değişik alanlarına ulaşmasına yardımcı olan bir üslu; benimsemiş. Ortaçağ, medya, gösteri kültürü, kola gibi çağdaş yaşamın kimi göstergelerinden hareketle sanata doğru açılımlarda bulunuyor Umberto Eco.

Günlük Yaşamdan Sanata kitabının bir yeniden basım olduğunu da hatırlatalım. Daha önce, 1993 yılında Adam Yayınları tarafından yayımlanmıştı; sanırım yeni baskıda herhangi bir değişik yapılmamış...

Salâh Birsel

Rüştü Onur:

Şiirleri - Mektupları – Ardından Yazılanlar

Sel Yayıncılık, 2012, 125 s.

Özellikle denemeleriyle bildiğimiz Salâh Birsel’den bir ‘armağan kitap’... Salâh Birsel, Zonguldaklı şair arkadaşı Rüştü Onur’un anısına şiirlerinin tamamına yakınını, mektuplarını, bazı hikâyeleri ile ölümünden sonra onun için yazılanları bir araya getirmiş.

1920 doğumlu olan Rüştü Onur, çok çok genç bir yaşta, henüz 22 yaşındayken veda eder hayata. Lisede okuduğu sırada tutulduğu ince hastalık bir türlü bırakmamıştır peşini. Basılı bir kitabı yoktur belki ama şiirleri, hikâye ve denemeleri çeşitli dergi ve gazetelerde yer almıştır. İşte elimizdeki kitapta bir araya getirilenler de bu yazılar... Birinci baskısı 1956 yılında Yeditepe Yayınları tarafından yapılan kitabın sonraki bir baskısında, 1992’de (Onur’un ölümünün 50. yılında) şöyle bir önsöz yazmış Salâh Birsel: “Rüştü, merhaba./ 50 yıl geçti. Ama yine gönüllerdesin./ Şiir adamı olarak yaşadın./ Şiir adamı olarak aramızdasın./ Bakışlarının sıcaklığı hâlâ dünyamızın üstünde./ Güneşli gündüzlerde./ Ay-aydınlık gecelerde./ Sokaklardan boyuna insanlar geçiyor./ Sen de görüyorsun. Şapkalar, potinler./ Ama biz seni anımsıyoruz./ Seni anımsıyoruz./ Yok yok 50 yıl geçmedi./ Dün akşam seninle yine Beşiktaş’ta değil miydik?”

Enis Batur

Paris, ecekent

Remzi Kitabevi, 2012, 280 s.

Adından da açıkça anlaşıldığı gibi Enis Batur’un Paris’e ilişkin yazıları/denemeleri yer alıyor Paris, ecekent kitabında. Hatta bir günlük olarak da nitelendirebiliriz, çünkü aslında dönem dönem, ara verilerek yazılmışsa da kitaptaki parçalar; Enis Batur hepsinin Paris’te yazıldığını özellikle vurgulamış. Farklı bir bakışla, Paris’i ikinci şehri olarak kabul eden bir yazarın özel bir rehberi olarak da okuyabiliriz, yanımıza alabiliriz Paris, ecekent’i: “Nesnel olsalar da sayılsalar da, kaynaklardan süzülüp gelseler de, Paris, ecekent’in bilgisel cephesine fazla güvenmemek gerekir – benimkisi bir poetika denemesi’dir. Onca rehberi varken, Paris için başvurulabilir bir kılavuz kitabı yazmanın benim gözümde hiçbir anlamı yoktu. Gelgelelim, başvurulabilir bir yanı da yok değil kitabımın: Şehirlerde kaybolmayı seçenler, sevenler için. Fotoğraflarım açısından da geçerli bu durum: Bütünüyle öznel, bütünüyle amatör bir objektiften geçen kadrajlar, kesitler onlar.”

Remzi Kitabevi tarafından yayımlanan, Paris, ecekent’in üçüncü baskı; ilk iki baskısı YKY’den çıkmıştı. Karşılaştırdığımızda içerik olarak herhangi bir değişiklik yapılmadığını görüyoruz. Tek fark, sayfalar arasındaki Enis Batur’a ait fotoğraflar; daha önceki baskılarda bazıları renkli olan bu fotoğrafların tümü, yeni baskıda siyah beyaz olarak karşımıza çıkıyor.

Beril Işık

Aydınlıktan Karanlığa İktidar:

Orhan Pamuk Romanlarında Demiryolu

İletişim Yayınları, 2012, 199 s.

Orhan Pamuk ismini şu sıralar kuşkusuz daha çok Masumiyet Müzesi ile birlikte duyuyoruz. Müze kataloğu olarak nitelendirilebilecek Şeylerin Masumiyeti kitabı ve Masumiyet Müzesi romanı daha çok anılıyor olabilir son zamanlarda ama tam da müzenin açıldığı günlerde yayımlanan Beril Işık’ın Aydınlıktan Karanlığa İktidar kitabıyla birlikte yazarın Cevdet Bey ve Oğulları, Sessiz Ev ve Yeni Hayat romanları da bir anlamda yeniden gündeme geldi.

Kitap aslında Beril Işık’ın yüksek lisans tezi; daha çok Batı’yla ve kolonizasyonla özdeşleşmiş bir imge olarak demiryollarının Orhan Pamuk romanlarında nasıl yer aldığının irdelendiği bir inceleme… “Kişisel tarihinden ebedi bir kaynak olarak yararlanmayı seven bir yazar olan Orhan Pamuk’un kendi aile geçmişinde de yeri olan demiryollarını” söz konusu üç romanında bir iktidar imgesi olarak kullandığına dikkat çeken ve çalışmasının çerçevesini bu şekilde çizen Beril Işık postkolonyal ve postmodern eleştiri alanında –üstelik bir telif eser olarak– dikkat çekici bir çalışmaya imza atmış. “Cevdet Bey ve Oğulları’nın geleneksel gerçekçilikten uzaklaşmaya başlamış metninde, görünen gerçeklikten çok hayatın kendisine benzeyen yapısıyla Sessiz Ev’de ve çoğul, muğlak anlamın peşindeki üstkurmaca Yeni Hayat’ta çok katmanlı bir anlam alanıyla çıktı karşıma demiryolu imgesi.”

Christian Wolmar

Kan Altın Demir

çev. Dilek Berilgen Cenkciler

A.P.R.I.L Yayıncılık, 2012, 519 s.

Jared Diamond, Tüfek, Mikrop ve Çelik kitabında Batılıların Doğulular üzerindeki tahakkümünü tüfek, mikrop ve çeliğe dayandırıp dünya tarihini bu bakışla yeniden değerlendiriyordu.  Christian Wolmar da kan, altın ve demir diyerek tarihin akışını değiştiren tüm icatların önüne; insanoğlunu ilgilendiren hemen her konuya etki eden, değiştiren, dönüştüren bir icat olarak demiryollarını yerleştiriyor. Avrupa’ya, Amerika’ya ve diğer kıtalara da bu gözle bakıyor… “Bu kitap kaçınılmaz olarak, hatta bazen özlemle geçmişi çağrıştırsa da özünde, demiryollarının insanların hayatını nasıl  değiştirdiğini, diğer bir dizi değişikliğin nasıl katalizörü olduğunu anlatmaktadır. Demiryollarının etkisini abartmak neredeyse imkânsızdır. Demiryollarının dünyayı nasıl değiştirdiğini anlamak için kendinizi hayatında hiç büyük bir makine görmemiş ya da dörtnala giden bir attan daha hızlı herhıangi bir şeye binmemiş ya da tanık olmamış birinin yerine koyun. Bu insanların ufkf ister istemez sınırlıydı ve demirden yolların gelişi bunu sonsuza dek değiştirdi.”

Paul Ricoeur

Hafıza, Tarih, Unutuş

çev. M. Emin Özcan

Metis Yayınları, 2012, 561 s.

“Birbiriyle yakından ilgili üç meseleyi üç ayrı yöntemle ele alıyor filozof Paul Ricoeur: İlk kısımda ‘hafıza’ konusunu temel felsefi metinlerden yola çıkarak inceleyen titiz bir fenomenoloji; ikincisinde tarih ‘biliminin’ yöntemi ve olanaklılık koşulları üstüne önemli tarihçilerle diyalog içinde gerçekleştirilen ‘epistemolojik’ bir düşünme; üçüncü kısımdaysa hafıza ve tarihin karanlık yüzü olan ‘unutuş’ konusunun insanlık durumuyla ilişkisi üstüne bir yorumbilgisi söz konusu.” Kitabın arka kapağında içeriğe dair bu cümlelere yer verilmiş. Orijinali 2000 yılında yayımlanan bu kitap, Ricoeur’ün magnum opus’u olarak nitelendiriliyor. Ricoeur söz konusu üç kavramı Aristoteles ve Platon, Descartes ve Kant gibi isimlerin çalışmaları üzerinden, yakın okumalar yaparak ele almış.

Paul Ricoeur

Zaman ve Anlatı: Üç

Kurmaca Anlatıda Zamanın Biçimlenişi

çev. Mehmet Rifat

YKY, 2012, 290 s.

Hafıza, Tarih, Unutuş Paul Ricoeur’ün belki başyapıtı şeklinde nitelendiriliyor olabilir ama anlatı yorumbilimi alanındaki kapsamlı çalışması Zaman ve Anlatı’yı da bu anlamda göz ardı etmek imkânsız. Türkçede dört cilt olarak yayımlanacağı açıklanan çalışmanın ilk cildi Zaman-Olayörgüsü-Üçlü Mimesis 2007’de, ikinci cildi Tarih ve Anlatı da 2009’da yayımlanmıştı.

Geçtiğimiz günlerde Zaman ve Anlatı’nın üçüncü cildi olarak yayımlanan Kurmaca Anlatıda Zamanın Biçimlenişi’nde Ricoeur, öncelikle anlatı kuramcılarının ortaya attıkları kavramları tartışıyor. Bu tartışma bölümlerini izleyen kitabın son bölümünde ise zamanın merkeze yerleştiği üç romanı çözümlemiş. “Zamanın Kurmaca Deneyimi” başlıklı bu bölümde ele alınan eserler; Virginia Woolf’un Mrs. Dalloway’i, Thomas Mann’ın Büyülü Dağ’ı ve kuşkusuz Marcel Proust’un Kayıp Zamanın İzinde’si..